13 Haziran, 2006

I was in Pariğ


Geçen haftaki Paris seyahatinden döndüğümden beri yeni yeni kendime gelmeye başladım... 4 gün boyunca sabah 8.00 - sabah 2.00 arası sürekli sokaklarda olunca insan geri dönünce haliyle harap halde oluyor. Kısacası Paris fena çarptı beni!!!
Olağanüstü beklentilerim vardı Paris'e dair ve muhtemelen bu yüzden aradığımı bulamadan döndüm İstanbul'a. O şehrin beni çok çok etkilemesi, "lanet olsun neden burda yaşamıyorum ben" dedirtmesi gerekiyordu. Ama olmadı. Evet tüm o heybetli binalar, heykeller, nakış gibi her yere işlenmiş figürler, kırmızı sardunyalar, müzeler, vay be dedirten simetri hali (bir süre sonra insanı sinir edebilecek seviyede) , şehrin tamamına hakim sarı renk, ışıklar, creme brulee :) gibi unsurlar yok sayılamaz kabul ediyorum ama bu kadar işte. İstanbul, yaşayan bir organizma gibi gelir bana; insanı sarmalar, yutar, silkeler, okşar, iter, öper (French!!). İşte Paris'te bu yoktu; çok donuk, durgun ve ruhsuz geldi bana bu şehir ve insanları, Simiole hariç tabe :))
Bir turistin gitmesi gereken bilimum yerlere gitmeye çalıştım Paris'te; Notre Dame, Louvre, Champs Elysees, Eiffel, Euro Disney, La Fayette vb.) ve ayrıca Parislilerin günlük yaşamlarına tanıklık etmek için çabaladım (sabah erkenden kalkıp işe giden insanların kalabalığına karıştım). En eğlencelisi de izlediğim filmlere atıfta bulunmak oldu; Shakespeare&Company kitabevine gittim, Seine nehrinde tekne turuna çıkıp yanımdakilere II.Dünya Savaşı'nda Notre Dame'ı bombalayamayan askerin hikayesini anlattım (Before Sunset); bir tren istasyonuna girip polaroid makinelerinde kendi fotoğrafımı çektim (Amelie), bir cafeye oturup kahve ve dondurma sipariş ettim (Bleu), Louvre Müzesine gidip Mona Lisa’nın olduğu galeride gezinip bir tehlike anında kapanacak demir kapılar var mı kontrol ettim (Da Vinci Code) , bilinçli olarak yapılmadı ama geç kaldığım için Louvre Müzesinin koridorlarında koştum (Jules et Jim).
Paris'in en temel sinir edici özellikleri:
1) Taksi bulmanın zorluğu (Acil bir durumda bir yere yetişmek için gereklidir bu taksiler ama yok Paris’te bu böyle değil. Zaten herhangi bir noktadan el edip bir taksi çevirmek çok zor. Taksi durakları var caddelerde, durakta en az yarım saat mal gibi beklemeyi göze almak gerekiyor. Olur da bir taksici teşrif eder de durakta durursa ve sıra sendeyse binebiliyorsun ancak. Söz verdim kendime artık İstanbul’da işaret etmesem bile zart zart gibi korna çalıp önümde duran taksicilere küfretmeyeceğim. İnsan elindekinin değerini kaybettiğinde anlarmış :))
2) Herşeyin çok pahalı olması
3) Fransızların İngilizce sorduğunuz herşeye Fransızca karşılık vermeleri, çok yavaş ve umursamaz hal ve hareketleri
Henüz yeni yeni tanımaya başladığım iş arkadaşlarımla beraber olmama, şehirle ilgili hayal kırıklığı yaşamama ve bu kadar yorgunluğa rağmen bu değişiklik çok iyi geldi. Yaz hızlı başladı benim, umarım böyle devam eder (tatil yönünden tabii)...

3 Yorum:

Blogger bething* dedi ki...

Toticim,
Cok keyifle okudum yazini..ozellikle filmlerden firlamis gibi ve o anlari yasamis gibi anlatmani cok sevdim :) Fransizlarin ruhsuz olduguna bende katiliyorum ve israrla fransizca konusmalarina da bende dayanamamistim ve artik bende turkce cevap vericem diye inada binmisitm :P
umarim hepimizin yazi boyle hizli gecer ;)

Haziran 19, 2006 10:15 ÖÖ  
Blogger totipoti dedi ki...

sevgili bething, teşekkürler.
sana ve herkese hızlı bir yaz dilerim elbette, hem senin yazının hızlı geçeceği de aşikar, hazırlıklarını gördüm süperler, en çok da defterini beğendim bu arada :)

Haziran 20, 2006 8:18 ÖÖ  
Blogger bething* dedi ki...

:) tesekkurler! D&R dan almistim ocak subat ayi gibiydi..ama bakarsin..hala vardir herhalde?

Haziran 21, 2006 4:41 ÖS  

Yorum Gönder

Kaydol: Kayıt Yorumları [Atom]

<< Ana Sayfa