27 Haziran, 2006

umut


geçen haftaki gel-gitli ruh halinden sıyrılıp sakin bir moda geçmek istiyorum bu hafta...

23 Haziran, 2006


Hayat ne garip...
Tek bir hareketin, sözün hayatın yönünü değiştirebilme riskini unutuyoruz bazen.
Herkes her istediğini alamaz bu dünyadan, alamayınca da diğerlerini suçlayamaz, saldıramaz ve en önemlisi insan olmak bunu bilmeyi gerektirir.
Hayat ne garip...
Bir gün herşey normalken, ertesi gün herşey altüst olabiliyor.

21 Haziran, 2006

...

canım çok sıkılıyor bugün...
işim çok
konsantrem yok
diyetteyim
3-4 günlük bir tatil için uygun otel bulamıyorum
herşeye gıcık oluyorum
sıkıntım dişlerime vurdu, sızım sızım sızlıyorlar
offffffffffffffff

13 Haziran, 2006

I was in Pariğ


Geçen haftaki Paris seyahatinden döndüğümden beri yeni yeni kendime gelmeye başladım... 4 gün boyunca sabah 8.00 - sabah 2.00 arası sürekli sokaklarda olunca insan geri dönünce haliyle harap halde oluyor. Kısacası Paris fena çarptı beni!!!
Olağanüstü beklentilerim vardı Paris'e dair ve muhtemelen bu yüzden aradığımı bulamadan döndüm İstanbul'a. O şehrin beni çok çok etkilemesi, "lanet olsun neden burda yaşamıyorum ben" dedirtmesi gerekiyordu. Ama olmadı. Evet tüm o heybetli binalar, heykeller, nakış gibi her yere işlenmiş figürler, kırmızı sardunyalar, müzeler, vay be dedirten simetri hali (bir süre sonra insanı sinir edebilecek seviyede) , şehrin tamamına hakim sarı renk, ışıklar, creme brulee :) gibi unsurlar yok sayılamaz kabul ediyorum ama bu kadar işte. İstanbul, yaşayan bir organizma gibi gelir bana; insanı sarmalar, yutar, silkeler, okşar, iter, öper (French!!). İşte Paris'te bu yoktu; çok donuk, durgun ve ruhsuz geldi bana bu şehir ve insanları, Simiole hariç tabe :))
Bir turistin gitmesi gereken bilimum yerlere gitmeye çalıştım Paris'te; Notre Dame, Louvre, Champs Elysees, Eiffel, Euro Disney, La Fayette vb.) ve ayrıca Parislilerin günlük yaşamlarına tanıklık etmek için çabaladım (sabah erkenden kalkıp işe giden insanların kalabalığına karıştım). En eğlencelisi de izlediğim filmlere atıfta bulunmak oldu; Shakespeare&Company kitabevine gittim, Seine nehrinde tekne turuna çıkıp yanımdakilere II.Dünya Savaşı'nda Notre Dame'ı bombalayamayan askerin hikayesini anlattım (Before Sunset); bir tren istasyonuna girip polaroid makinelerinde kendi fotoğrafımı çektim (Amelie), bir cafeye oturup kahve ve dondurma sipariş ettim (Bleu), Louvre Müzesine gidip Mona Lisa’nın olduğu galeride gezinip bir tehlike anında kapanacak demir kapılar var mı kontrol ettim (Da Vinci Code) , bilinçli olarak yapılmadı ama geç kaldığım için Louvre Müzesinin koridorlarında koştum (Jules et Jim).
Paris'in en temel sinir edici özellikleri:
1) Taksi bulmanın zorluğu (Acil bir durumda bir yere yetişmek için gereklidir bu taksiler ama yok Paris’te bu böyle değil. Zaten herhangi bir noktadan el edip bir taksi çevirmek çok zor. Taksi durakları var caddelerde, durakta en az yarım saat mal gibi beklemeyi göze almak gerekiyor. Olur da bir taksici teşrif eder de durakta durursa ve sıra sendeyse binebiliyorsun ancak. Söz verdim kendime artık İstanbul’da işaret etmesem bile zart zart gibi korna çalıp önümde duran taksicilere küfretmeyeceğim. İnsan elindekinin değerini kaybettiğinde anlarmış :))
2) Herşeyin çok pahalı olması
3) Fransızların İngilizce sorduğunuz herşeye Fransızca karşılık vermeleri, çok yavaş ve umursamaz hal ve hareketleri
Henüz yeni yeni tanımaya başladığım iş arkadaşlarımla beraber olmama, şehirle ilgili hayal kırıklığı yaşamama ve bu kadar yorgunluğa rağmen bu değişiklik çok iyi geldi. Yaz hızlı başladı benim, umarım böyle devam eder (tatil yönünden tabii)...

04 Haziran, 2006

i will be out of the blog

untill friday...

02 Haziran, 2006

Türk graniti Çin granitini döver (mi) !!!

Sinirliyim çünkü İstanbul'da yaşıyorum...
İstiklal Caddesi'nde geçen kış yaşadığımız zulmün izlerini daha silemeden belleklerimizden, şaka gibi yine değiştiriyorlar yerdeki taşları. Birde dalga geçer gibi "İstiklal Türk granitleriyle yenileniyor" diye yazılar koymuşlar her yere. Ne yenilenmesi yaa, ne ara aşındı ki kışın döşenen Çin granitleri???
Geçen kış kıçımıza kadar çamurla eve döndüğümüze mi yanalım, parçalanan pabuçlarımıza mı - ki o pabuçların taksitleri halen devam etmektedir - bilemiyorum...
Gerçekten merak ediyorum bu işin açıklaması nedir? Nasıl bir sebebi olabilir Beyoğlu'nu birkaç ay içinde tekrar şantiye havasına sokmanın? Lütfen birileri anlamlı bişiler söylesin bu anlamsızlıklar şehrinde/ülkesinde...