31 Temmuz, 2006

bir konserin ardından

bundan kaç sene önceydi tam hatırlamıyorum ama üniversitedeydim ve galiba 40 milyon olan (atıyor da olabilirim) konser biletlerini alabilme ihtimalim yoktu. bir türlü denkleştirememiştim bilet parasını.
oysa benim için ne kadar önemliydi. en sevdiğim şarkı ve en sevdiğim grup sorularının yanıtıydı onlar benim için, hala da severim depeche mode'u...
o zaman konsere gidemedim diye ne kadar kızmış ve üzülmüştüm.
ve ne oldu, bir kez daha konser vermeye geldiler Türkiye'ye.
bu kez param da vaktim de vardı ama yine gitmedim, gitmek istemedim.
ve şunu farkettim, geçmişte bir sebepten yapamadığım ve çok üzüldüğüm, kızdığım, yapamadığım için hiçbir şey tam istediğim gibi olmayacak sandığım şeylerin zaman içinde benim için öneminin azaldığını. devam etmek ve ayakta kalmak için insanın önüne yeni fırsatlar çıkabileceğini. yani demek istediğim bazı şeyleri sadece elde edemediğimiz için abartmış olabiliriz.

yaşamımın altı aylık karanlık zamanını düşündüm sonra, o zaman kızgın olduğum kişileri, olayları ve yapamayip, yapmak zorunda kadıklarımı. altı sene gibi uzundu.

şimdi anlıyorum ortada o kadar da kızılacak birşey olmadığını.

ve hala çok severim depeche mode'u...

26 Temmuz, 2006

Lost in Lost

TV’de dizi izlemeyi çok severim. Kendimi bildim bileli hastası olduğum, sürekli izlediğim dizilerim oldu benim. Bu alışkanlığı küçükken Susam Sokağı’nı izleyerek kazandım sanırım. Öyle kaptırmıştım ki, ilkokula başlayana kadar kendimi Kurabiye Canavarı sanıyordum.

Saymakla bitmez müptelası olduğum diziler...

Son takıntım da üç gündür JR’la birlikte izlediğimiz “ıssız bir adaya düşsen yanına alacağın üç şey ne olurdu?” * temalı dizi Lost. Diziyi izliyoruz denmez yaşıyoruz. Akşam işten çıkıp eve gidiyoruz, koştura koştura bişiler atıştırıp ekranın karşısına kuruluyoruzz, bir bölüm bir bölüm daha diye diye arka arkaya yuvarlıyoruz DVD’leri. İşin ilginci böyle kilitlenmemize rağmen çok da sevmedik diziyi ama işte merak insanın peşini bırakmayan bir duygu. Bir de çok gülüyoruz dizide, en çok da tropik adada karşılarına kutup ayısı çıkmasına, bahtsız bedevi topluluğu bunlar diyip diyip gülüyorum. Acaba senaristler bahtsız bedevi ile kutup ayısının çöl maceralarını biliyorlar mıydı?

Jack mi yoksa Sawyer mı adamımız daha karar veremedik ama benim gönlüm Sawyer’dan yana. Jack fazla iyi, şüpheyle yaklaşıyorum ona karşı. Bir de- JR duymasın – Sawyer çok sexy!!!

BAD ROBOTTT!!!

(* soruya JR’ın cevabı: sürat teknesi, benzin ve su, biraz takılır sonra dönerim”
ya ben ya ben diye sorarım sana??? sana tek başına yedirir miyim onca tropik meyveyi???)

19 Temmuz, 2006

Haberler, haberler, haberler...

Mutfakta karpuz patlaması: 1 yaralı

10 gündür mutfak masasının altında kesilip buzdolabına kaldırılmayı ve yenmeyi bekleyen adana-ceyhan karpuzunun infilak etmesi sonucu totipotilerin mutfağı sular altında kaldı.
Sabah 06:30’da uyku sersemi mutfağa giren toti, tüm mutfak zeminini kaplamış sarı suları görünce önce ağlamaya başlamış, akabinde kolları sıvayarak yerdeki suları söylene söylene temizlemiş, sabah sabah soluduğu domestos ve kosla karışımıyla serseme dönmüştür.

Ama toti için terslikler bununla da bitmemektedir. Sabah duş alırken su bir türlü ısınmamış, giymeyi planladığı bluzun kirli sepetinde olduğunu farketmiş, tam kapıdan çıkarken başka bir kolye takmaya karar vermiş ve uğurlu ogs gişesinden geçemediği için sabah kol gibi bir köprü trafiğine kalmıştır. İşe geç kalmış totinin siniri öğlen yediği dondurmayla yatışmış ve akşam sevgili arkadaşlarıyla buluşacağı için kalbi pır pır mutlulukla dolmuştur.

:)

18 Temmuz, 2006

su

Bugün ufacık bir iskelenin ucunda oturup ayağımı denize sokmaya ve parmaklarımın ucuyla havaya doğru su sıçratmaya çok ihtiyacım var...

14 Temmuz, 2006

defnem















hayatımıza girdiği andan beri bizi kendisine müptela etmiş, yaşamımızın anlamı çook sevgili yeğenim defne'nin bugün 3. doğum günü...

iyi ki doğdun defnecimm!!! sen yokken biz nasıl yaşıyormuşuz hatırlamıyorum bile...

12 Temmuz, 2006

Hafta sonu, Tekirdağ köftesi ve bu sıcakta bademciklerimin şişmesi

Ailecek ne kadar deli olduğumuzu bir kez daha anlamış olmanın haklı gururu içindeyim.
Cumartesi günü 6,5 kişi 1 – yazıyla bir – arabaya binip, Saroz Körfezi’ne keşfe gittik. Yaz tatilini geçirmek için uygun bir yer mi diye önceden bir gidelim bakalım dedik (bu tatile ben katılmayacağım bile!!!). Hep beraber öğlen 12’de arabaya atlayıp yola koyulduk. Sıcak, trafik, arabada sıkış tepiş olmak yetmezmiş gibi gittiğimizde de bu tatil beldemizin bize pek uygun olmayacağını gördük. İlk izlenimlerden sonra hepimiz birbirimize bakıp deli gibi gülmeye başladık, burası için bu kadar yol teptik diye...Gör götüm yolları iç soğuk suları olayı oldu bizimki (son iki yazımda da göt dediğimi farkettim, aa ne ayıp!!)
Tekirdağ üzerinden gidince yolda köfte yemeden olmaz di mi? Biz de her tarafta sarı tabelaları olan meşhur köfteci Ali’ye gittik. Tabelalara aldanmamak lazımmış, iğrenç bir yerdi, kimse gidip orda köfte yemesin...
Pazar gecesi evde yediğim dondurma ve üstüne içtiğim buzz gibi kendi yapımım The House Cafe konseptli naneli limonata sonrası bademciklerim feci şişti. Tabi akabinde ateş ve halsizlik boy gösterince işe gidemedim – daha doğrusu gittim ve geri döndüm. Yoğun istirahat ve anne şefkatiyle kendime gelmeye başladım. Baygın bakışlarım, omuzlarıma atılmış hırkam, boğaz pastillerim ve göz altı morluklarım ise halen benimle.

Bu yazının anafikri = 26 yaşında da olsam dondurma yedikten sonra üstüne ılık su içmeyi unutmamam lazım :)

07 Temmuz, 2006

Sibel Can'ın koca götü ve Sulhi "Bey"

Kafam yine çok karışık.
Kızgınım, üzgünüm, kin doluyum ve bu duygularım çok şiddetlendiklerinde, kalbim ve boğazım arasında hareket eden ve dışarı çıkmaya çalışan bir kitle haline geliyorlar. İşte böyle zamanlarda çok sinirli oluyorum, insanları görmek bile midemi bulandırıyor ve evet itiraf ediyorum birilerinin - herhangi biri değil ama - ağzını burnunu dağıtıp rahatlamak istiyorum.
Beni bu kadar rahatsız eden şey ise malesef bir bireyi olduğum bu toplum.
İnsanların bu kadar duyarsız, bencil, hoşgörüsüz, aşağılık ve kötü olabilmeleri ve yaptıkları her kötülüğe de güzelce kılıf uydurmaları beni çok çok rahatsız ediyor.
Burası saçmalıkların yaşandığı ve herkesin bir şekilde buna alışkın olduğu, birileri çıkıp saçmalıklara itiraz ettiğinde ise alaşağı edildiği bir ülke. Burada daha çok insan sel sularına kapılıp ölür, saatlerce karanlıkta kalır, denizde boğulur, Ali Dibolar tüm ihaleleri almaya devam eder, din-eğitim-düşünme-düşündüğünü söyleme özgürlükleri kısıtlanır...
Ama ama bizim tek derdimiz Sibel Can'ın kocaman götü ve Sulhi "Bey"dir. Başka da hiçbir şeyin önemi yoktur...

Evet bunlar beni çok sinirlendiren olaylar, ama beni bu denli rahatsız eden aşağıda anlatacağım bu toplumdan utanç duymama sebep olan olaydır:
Olay, 30-35 yaşlarında Türkiye'de gayet iyi bilinen, uluslararası, sözde modern ve kurumsal bir firmada orta düzey bir yönetici olan kadının başına geliyor. Daha önce evlenip, ayrılmış bu kadının tek isteği anne olmaktı. Sevgilisinden hamile kaldı, adam çocuğu istemedi ve kadını terketti. Ama kadın bu çocuğu herşeyden çok isteğini için doğurmaya karar verdi. İşte asıl olaylar bundan sonra başladı. Hamile ve bekar kadın hemen dikkat çekmeye başladı işyerinde, fısır fısır konuşmalar, dedikodular... Ve en sonunda birkaç KADIN "üst" düzey yönetici, şirket imajına zarar verdiği için 4 aylık "bekar" hamile kadını işten çıkarmaya karar verdiler. Tabi bunu performans düşüklüğü kılıfıyla sunmayı da ihmal etmediler.

İşte bu "üst" düzey yöneticilerin ağzını burnunu dağıtıp, ulan siz ne bişim insansınız/kadınsınız, Allah belanızı versin diye haykırmak istiyorum...Bir de herşeyi bırakıp başka bir ülkeye gitmek ve başka bir toplumun bireyi olmak istiyorum...